ABDULLAH GÜRGÜN

http://www.harbigazete.com/haber/1400/kibrislilarin-kokeni-turkiyeli-mi.html

KIBRISLILARIN KÖKENİ TÜRKİYELİ Mİ? 

Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs halkının Yunan kökenli olduğunu önen sürer bu sav genellikle sorgulanmadan kabul edilir. Oysa yıllardır Kıbrıs'ta kazı çalışmaları yapan Arkeolog Marie-Louise Winbladh, Kıbrıs - Aşk, Savaş ve Kült isimli kitabında Kıbrıs'ın ilk yerlilerinin MÖ 8000 yıllarında yani bundan 10.000 yıl önce Anadolu'dan, Suriye ve Filistin'den geldiklerini yazıyor.

 

KIBRISLILAR TÜRKİYE KÖKENLİDİR

"Kıbrıs'ta en uzun zamandır bulunanlar belki MÖ 1400'lü yıllardan bu yana orada olan Rumlardır... Türkiye'nin Kıbrıs'ı 1571 yılında işgal etmesiyle Türkler de Kıbrıs'a yerleşmeye başladılar".  Albay Jonas Waern (İsveç'in 1964'te Kıbrıs'a gönderdiği BM Barış Gücü Komutanı)[i]

İsveçliler genelde Kıbrıs'ın yerlilerinin Yunan olduğunu düşünürler. Bu da onlarda, "Türkler sonradan geldiğine göre Kıbrıs'ın asıl sahibi Yunanlardır" varsayımına yol açar.

Oysa yıllardır Kıbrıs'ta kazı çalışmaları yapan Arkeolog Marie-Louise Winbladh, Kıbrıs - Aşk, Savaş ve Kült isimli kitabında Kıbrıs'ın ilk yerlilerinin MÖ 8000 yıllarında yani bundan 10.000 yıl önce Anadolu'dan, Suriye ve Filistin'den geldiklerini yazıyor. [ii]

Winbladh, kitabında Kıbrıs tarihini doksan milyon yıl öncesinden başlayarak, kitabını yazdığı 2010 yılına dek özetliyor.

 

NUH'UN GEMİSİNDEKİ ANADOLULU GÖÇMENLER

Winbldh'a göre 90 milyon yıl önce Kıbrıs bir okyanusun derinliklerindeydi. 70 milyon yıl önce deniz üzerinde iki ada belirdi. Bunlar Karlı Dağ (Troodos) ve Beşparmak (Pentadaktylos) dağlarının tepeleriydi. Daha sonra, yavaş yavaş ada ortaya çıktı. Akdeniz bugünkü kadar derin olmadığından bir milyon yıl kadar önce Karpaz yarımadası Anadolu, Suriye ve Filistin'e daha yakındı.  Ancak Kıbrıs hiçbir zaman karaya bağlı olmadı. Her zaman karadan en az 60 kilometre kadar uzakta bir adaydı. O nedenle Kıbrıs'a ilk gelenler de deniz yoluyla geldiler. Haçlı seferlerine katılan bir şovalye, "insan bir çeşit Nuh'un gemisi ile adaya ehil hayvan ve ekin getirildiğini düşünüyor" demişti. [iii] Adada minik suaygırı ve fil kemiklerinin de bulunması bu tahmine güç katsa da bunların da yüzerek Anadolu'dan geldiği tahmin ediliyor. [iv]

Adadaki onca hayvan, tahıl, meyve, sebze tohumu ve fidanı Nuh'un gemisiyle ya da başka gemilerle Ada'ya geldi ama bugün Yunanistan dediğimiz coğrafya'dan değil... Kıbrıs'ın ilk yerlileri tarımın ilk başladığı yer olan Anadolu'dan on bin yıl önce göçen köylüler oldu.

Girne Dağları eteklerindeki Tatlısu (Akanthou) köyünde bulunan bir yerleşim yerinde yaşayanların MÖ 8200 yıllarında Anadolu'dan geldikleri ve yanlarında keçi, koyun, domuz, köpek, ve hatta tilki getirdikleri tahmin ediliyor. Burada bulunan obsidiyen kesicilerin ve  araç gereçlerin o sırada sadece Anadolu'da bulunduğu belirtiliyor.[v]

Güneyde Parekisia isimli küçük bir köyde, MÖ 8000 yıllarında Anadolu'dan ve Kuzey Suriye'den gelenlerin yaşadığı bir yer bulundu. Burada bulunan bir mezarda sahibinin yanında yatan bir kedi arkeoloji dünyasına bir sansasyon olarak düştü.[vi] Kedi de Anadolu'dan getirilmişti. Bu iki yerleşim birimi Anadolu'nun Ada ile ilişkisini göstermesi bakımından önemli görülüyor.[vii]

 

Karlı Dağların (Troodos) eteklerinde sahile 5 kilometre mesafede yer alan ve UNESCO'nun Dünya Kültür Mirasları listesinde bulunan Chirokitia ve Batı kıyılarındaki Kalavassos -Tenta'da bulunan kollarını kaldırmış kocaman elli bir insan figürü Anadolu'da Çatalhöyükte bulunan resimlere benzetiliyor. Yine bu yerleşim birimlerindeki obsidien kesicilerin de Anadolu kaynaklı olduğu düşünülüyor.[viii]

İngiliz arkeologların Lemba ve Kissonerga köyleri yakınlarında yaptıkları kazılarda MÖ 4800-2500 yıllarına ait Bakır Çağına, tarım topluluklarına ait bulgular yine Anadolulu göçmenleri işaret ediyordu.[ix]

MÖ1900-1600'lü yıllarda "Küçük Asya, Ön Asya ve Girit ile ticaret, kültürel alışveriş ve refah başladı. [x]

 

KIBRIS MERKEZ OLUYOR

MÖ 1600-1200 tüm Akdeniz bölgesinde, Girit Minos (Minoen), daha sonra Miken (Mykene) uygarlığının usta gemicilerinin de sayesinde artan ticaret ve diplomasi Kıbrıs'ı zenginleştirdi, merkezi bir refah ülkesi haline getirdi. Değişik yerlerden, değişik kültürlerden çok sayıda göçmen geldi. Limanlar, değişik ülkelerden insanların yaşadığı kentler kuruldu, büyüdü. Minos yazısına benzer bir yazı Kıbrıs'ta da kullanılmaya başlandı ve MÖ 300'lü yıllarda Grek yazısına geçildi.[xi]

İsveçli Arkeolog Winbladh,  Enkomi'de bulunan iki heykele dikkat çekiyor. Bronz bir heykelin Samilerin maden işleme  tanrısı Reşef ve Kuzey Suriye ve Güney Anadolu'da Kilikya'da MÖ 2000'li yıllarda bakır sanayiinin koruyucu tanrısı Nergal olduğunu yazıyor. [xii]

Yine burada bulunan boynuzlu miğfer taşıyan tanrı heykelinin Boynuz tanrısı olduğunu ve çobanların koruyucusu, bereket, tanrısı, kral ve tanrı gücünü temsil ettiğini belirtiyor. Boğa miğferi, resmi taşıyanların boğanın güç ve karakterine sahip olacağı düşünülüyor. Anadolu ve Mısırda boğa doğal güçlerin vücut bulması olarak kabul ediliyordu. [xiii]

İsveçli Arkeolog Winbladh'a göre, MÖ 1200'lü yılların sonlarından itibaren o zamanın Yunanistan'ından Miken grekleri -Ön Grekler- gelmeye başladılar.[xiv] Kıbrıs'ı pekçok kez işgal ettiler. Kuzey ve Batı Kıbrıs'ta Miken - Ön Grek; Doğu Kıbrıs'ta ise Şark kültürü egemen oldu. [xv] O zamanın Yunanistan'ına demir teknolojisi Kıbrıs'tan gitti.[xvi]

Halikarnas Balıkçısı, Minoenlerin Hindo-Avrupa ya da Sami ırkından değil; Anadolu ve Adalar Denizi adalarının Egeli halkından olduğunu, dillerinin ve yazılarının Güneybatı Anadolu'nun özellikle Lykia'nın dilinin aynısı olduğunu yazıyor. Bununla yetinmiyor, Minoenlerin denizcilikte çok ileri olduklarını, İspanya'dan Karadeniz'e dek koloniler kurduklarını ve Mora'daki Miken (Mykene) uygarlığının da, Girit Minoen (Minos) uygalığının bir devamı olduğunu öne sürenler bulunduğunu anlatıyor. [xvii]

Asur Kralı II.Sargon Suriye, Filistin ve Fenike'den sonra Kıbrıs'ı da MÖ 709'da egemenlik altına almıştı. Bu nedenle Kition'a bir anıt taş dikildi. Bu dikili taşta Kıbrıs'ın yedi kralı ona saygılarını sunuyorlardı. Berlin'de bulunan bu Saragon Steli (dikili taşı) sayesinde o dönemde Kıbrıs'ta yedi ayrı krallık bulunduğunu öğreniyoruz. [xviii] Diğer bir deyişle çok değişik ülkelerden gelen insanların yaşadığı, krallıklar kurduğu bir yer. MÖ 400'lü yıllarda da Fenikeliler geldi. [xix]

Kıbrıs MÖ 448'de Pers egemenliği altına girdi. MÖ 400-300 yıllarında Perslere bağlı pekçok küçük krallık vardı. Bu Kıbrıs Rum krallıkları Yunanistan'a bağlı olmak istemiyorlardı. Winbladt, bu mutlakiyetçi kralların Atina demokrasisi ile benzerliği olmadığını söylüyor. [xx]

"Grek dostu Evagoras MÖ 411'de Salamis'e kral olunca Grek (Yunan) sanatı ve kültürü yeniden etkinleşti. Evagoras'ın hüküm sürdüğü kırk yıl içinde Grek göçünü ve ithalatını özendirdi. Grek (Yunan) sanatçıları saraya getirildi. Grek sanat ve heykeli için Salamis'teki saraydan propaganda yürütüldü ve sanatçılar Kıbrıs'a özgü duygularını yitirdiler. Kıbrıs'ın Helenleştirilmesinin yalnız kültürel alanda değil siyasal alanda da önemi vardı .  Avaros Atina'nın yardımıyla adayı birleştirmeye ve Persleri yenmeye çalıştı. Kraliyetlerin çoğunu egemenliği altına aldı. Kition, Amathus ve Soli Perslerden yardım istedi. Evagoras Atina ve Mısr yardımıyla hemen hemen adanın tamamını MÖ 391 yılına dek yönetti. Bu tarihte Atina'dan yardım kesilince Perslere yenildi. MÖ 380 yılında barış anlaşması imzalandı. 200 yıl daha Persler adaya hakim oldu. Ancak Perslerin adanın kültür yaşamına pek etkileri olmadı". [xxi]

 

ADANIN HELENLEŞMESİ VE ORTADOKS HIRISTİYANLAŞMASI

Winbladh, Büyük İskender'i ve Kıbrıs'a hakim olan Mısır Kralı Ptolemaios'u ( İskender'in bir generaliydi. AG) Helen kabul ediyor ve MÖ 310 yılında ada Büyük İskender'in eline geçti. MÖ 300'lü yıllarda ölünce İskender'in generalleri arasında paylaşım kavgası başladığını, Suriye Kralı olan Antigonos ile Mısır Kralı Ptolemaios arasındaki savaşı Ptolemaios'un kazandığını,  o sırada adada 10 kadar kent krallıkları bulunduğunu, MÖ Mısır Ptoleme kralları döneminde merkezi tek devlet kurulduğunu, tüm ülkede kullanılacak para basıldığını, Kent krallıkları yıkılmasına rağmen 250 yıl kadar görece bir barış dönemi yaşandığını anlatıyor...  "Kıbrıs, Mısır Helen Krallığının bir parçası oldu" diyor.[xxii]

Kıbrıs, MÖ 58 yılında Romalılar tarafından fethedildi. Birkaç yıl sonra da Roma İmparatoru Sezar Kıbrıs'ı Mısır Kraliçesi Kleopatra'ya armağan etti. Ancak birkaç yıl sonra Augustus  imparator olunca adayı Keopatra'dan geri aldı.[xxiii]

Kıbrıs, Hrıstiyanlık dini için başından beri önemli bir yer oldu. Daha MS 40'lı yıllarda Kıbrıs'ın kendi havarisi vardı: St. Barnabas...  Salamis doğumlu Barnabas, havari Paulos ve Vaiz Johannes Markus ile birlikte Kıbrıs'a yerleşti. Ancak yaşamın acı bir oyunudur ki, kendi doğum yeri olan Salamis'in Yahudi halkı tarafından taşlanarak öldürüldü). Hristiyanlar Yeni Pafos'ta valinin Hristiyanlığa geçmesini sağladıktan sonra güçlendiler.  [xxiv] Ancak Kıbrıs'ta Yahudi nüfusu da oldukça fazlaydı. 116 yılında çıkan isyanda Yahudiler Salamis kentinde Yahudi olmayan herkesi öldürdüler.[xxv]

Roma İmparatorluğu MS 395'te ikiye ayrıldı. Kıbrıs, Doğu Roma İmparatorluğuna geçti. İmparator Konstantin, 330'da kurduğu ve o nedenle Konstantinopolis yani Konstantin'in Kenti (İstanbul: Bu adın "eis tin polin" (Yunanca: εις την πόλιν) tamlamasından geldiği sanılıyor) adıyla anılan kenti Doğu Roma'nın başkenti yaptı. Bazı tariçilere göre kent Vyzsas tarafından çok daha önce kurulduğu için Byzantion adını aldı.  Devlet'in adına da Bizans dendi. Bizans'ın Kıbrıs'ta Rum Ortodoks kilisesi'nin güçlenmesinde belirleyici rolü oldu.İmparator Konstantin Hristiyanlığa hoşgörü ile yanaşmış sonra da Hristiyanlığı Doğu Romanın/Bizans'ın devlet dini yapmıştı. Kıbrıs Hristiyanları önce Antakya patrikhanesine bağlı iken daha sonra MS 535 yılında Konstantinopolis Patrikhanesine bağlandı. [xxvi]

Kıbrıs, MS 395 - 1191 yılları arasında Bizans'ın elinde kaldı. Bu dönemde Konstantinopel'den pekçok din adamı ve sanatçı Kıbrıs'a geldi. Kıbrıs kiliseleri birbirinden güzel resimler,freskler, ikonlar, sanat eserleriyle donandı.

1192-1489 yılları arasında Fransız Lusignan hanedanlığı zamanında Katolik Kilisesi Ortadokslara baskı uyguladı. 1196'da Rum Ortadoks kilisesinin bağımsızlığı kaldırıldı. Latin Katolik Kilisesi egemen oldu. Rum Ortadoks piskaposlar kentlerden uzak köylere sürüldü.[xxvii]

1453 yılında Türkler İstanbul'u aldıktan sonra da Hıristiyanların dinlerini yaşamalarına karışılmadı.

"İstanbul'da Topkapı'daki Osmanlı Hükümeti'nin Kıbrıs'ı yönettiği 300 yıl içinde Rum Ortadoks Kıbrıslılar kiliselerinin çoğunu muhafaza ettiler. Sadece Katolik Frankların büyük kentlerdeki gotik katedralleri camiye çevrildi"[xxviii]

Rum Ortadoksları Müslüman Türklerin hoşgörüsü ve onların karşısında birlik olma refleksiyle daha da güçlenip bütünleştiler.

Helenleşme ve ortadokslaşma "Rum" toplumunun ortaya çıkıp çoğunluk oluşturmasının iki belirleyici nedeni oldu...

Yaşamı Adadaki Türkleri temizleme çabası içinde geçmiş olan Kıbrıs Ortadoksları Başpiskoposu ve Kıbrıs'ın ilk Cumhurbaşkanı Makarios varlığını işte bu Türk hoşgörüsüne borçluydu.

 

BİZANS ZAMANI GELEN DAVETSİZ KONUKLAR

Kıbrıs, Bizans'ın elinde kaldığı, MS 395 - 1191 yılları arasında da pekçok saldırıya, istilaya sahne oldu. 600'lü yıllardan 900'lü yıllara dek Araplar pekçok kez Kıbrıs'ı yağmaladı. Binlerce Kıbrıslı öldürüldü, köle olarak kaçırıldı, halk vergiye bağlandı. Sonunda, bazı Kıbrıs pullarında resmi olan Bizans İmparatoru 2. Nikiforos Fokas tarafından MS 965 yılında kurtarıldı. [xxix]

Filistin, Suriye, Mısır gibi ülkelerdeki kutsal yerleri ziyaret etmek isteyen Hıristiyanları koruma gerekçesiyle kurulan Hospitalye Şövalyeleri ya da St. Jean Şövalyeleri, Tapınak Şovalyeleri gibi şovelye örgütleri kurulmuştu. Aslında bunlar hem cennete gitme sözü alan hem de gittikleri yerleri talan edip dünyalıklarını kazanmak isteyen kişilerden oluşuyordu.  1095'teki ilk haçlı seferlerine işsiz güçsüzler, mahkumlar, şovalyeler, tüccarlar, fanatik dinciler, keşişler gibi çok değişik insanlar katılmıştı. "Hıristiyanlığın kutsal mekanlarını kafirlikten kurtarmak için" yola çıkmışlardı. Filistin'de Müslümanları yendiler ve asker, yaşlı, kadın çocuk demeden herkesi kılıçtan geçirdiler. Kudüs'ün Musevilerini bir havraya doldurup canlı canlı yaktılar.[xxx]

Bu şekilde ilk Kudüs krallığı kuruldu ancak 1187'de Selahaddin Eyyubi tarafından geri alındı.

Papa'nın emriyle İngiltere'nin Norman Fransız asıllı Kralı Arslan Yürekli Richard'ın emrinde 3. Haçlı Seferi başladı.  Bu sefer sırasında Kıbrıs önem kazandı. Richard önce Sicilya'yı sonra da 1191'de Kıbrıs'ı aldı. Böylece İngiltere'nin de ada ile ilk ilişkisi başladı.

Richard adayı Kıbrıslıların bir isyanı sonrası 1192'de Fransız asilzadesi Guy de Lusignan'a sattı. Lusignan hanedanı burada Fransızca konuşan bir aritokrasi ile birlikte bir Kıbrıs Kraliyeti kurararak 1400'lü yıllara dek bir Frank Latin dönemi sürdü.

Şovalyeler 1300-1400'lü yıllarda Kıbrıs'ta kaldılar. Daha sonra Rodos'u üs yaptılar. Kıbrıs'ta ürettikleri Commanderie tatlı şarabı daha sonraları Kıbrıs'ın milli içkisi oldu.1489'da Kıbrıs Venediklilerin eline geçti. Venedikliler Kıbrıs'taki kaleleri ve surları yeniden elden geçirdiler.

"Kıbrıs, güçlü Venedik için askeri bir uç karakol oldu. Aynı zamanda büyük bir ticaret devletinin bir parçası olmanın olanaklarına sahip oldu. Ada tahıl, tuz, şeker ve pamuk ihraç ediyordu. Ancak gelirler kuşkusuz sadece Venediklilere ve az sayıdaki üst sınıf mensubuna düşüyordu. Bu dönemde baskıya karşı çok sayıda isyan örgütlendi. Kıbrıslılar her yerden yardım istediler. Pekçok kez Osmanlılara, bir kez de Mısır'daki Memluk sultanına başvurdular".[xxxi]

"Osmanlılar 1570'te güney sahillerine çıktığında hiçbir direnişle karşılaşmadıklarını gördüler. Limasol hemen teslim oldu. Tersine Venediklilerin zulmünden bıkmış olan Kıbrıslılardan beklenmedik destek gördüler. Kıbrıslılar direniş yerine Osmanlılara mühimmat desteğinde bulundu".[xxxii]

Famagusta'da Venedikliler 10 ay direndiler. Orası da düşünce 1571 yılında Kıbrıs Osmanlılara geçti.

"Kıbrıslılar için Osmanlı yönetimi en sonunda gelen bir rahatlamaydı. Yeni egemenlerin tutumu, Bizanslılardan miras aldıkları feodal toplumu katı vahşi eğilimlerle korumaya çalışan  Frankların ve Venediklilerin tersine hem ileri görüşlü hem de hoşgörülüydü.

"Osmanlılar, değişik etnik gruplara, vergilerini vermeleri ve sadık kalmaları kaydıyla belli bir özerklik tanıdı. Osmanlıların hoşgörüsü doğuştan iyi kalpli olmalarına değil, gerçek siyasaya (real politika) dayanıyordu. Eğer Kıbrıslılar mutlu olursa ülke de yeşerir. Dolayısıyla hükümet de güçlenir. Osmanlıların bu ilke ile hareket ettiklerine ilişkin çok sayıda yasa ve ferman hâlâ var. 1572 mayısında sultanın gönderdiği bir fermanda şöyle deniyor:

"Kıbrıs Adası güç kullanılarak alındı.  O nedenle halkın durumu kötüleşti. Bu nedenle onlara karşı şiddet uygulanmayacak. Onlara adil davranılacak. Hem şeriat yasaları ve vergi kolaylıkları ile onlar korunsun. Böylece ülke eski refahına kavuşsun.

" Venedik'in sert vergileri hafifletildi ve feodal sistem kaldırıldı. Osmanlılar vergi reformu yaparak halkın ödeme gücüne göre vergileri ayarladılar. Osmanlılar meydan okuyarak düşmanlarının Kıbrıslılar değil, Franklar ve Venedikliler olduğunu söylediler.

Rum Ortodoks ruhbanları eski ayrıcalıklarına kavuştular. Ama Katolikler kavuşamadı. Hıristiyan cemaatler yine bir başpiskopos ve üç piskopos tarafından yönetilmeye başlandı. Başpiskopos yine, etnark yani kendi etnik grubunun hem dini hem dünyevi lideri statüsüne kavuştu.[xxxiii]

 

"Osmanlılar Rum Ortodoks Kilisesinin mülküne dokunmadılar. Hiçbir Kıbrıslı malını vermeye zorlanmadı. Bu da iki halkın yüzyıllarca uyum içinde bir arada yaşamalarına yaradı. O sırada adada küçük bir Ermeni ve Maroni grubu da vardı".[xxxiv]

 

Osmanlı yönetimi 1878 yılına dek sürdü. Ada 1878'de İngiltere'ye kiraya verildi...

"Divide and Rule! (Böl ve Yönet!)" dönemi başladı...