KIBRIS'TA BM GÖZETİMİNDE TÜRK SOYKIRIMI
ABDULLAH GÜRGÜN
http://www.harbigazete.com/haber/1399/kibrista-bm-gozetiminde-turk-soykirimi.html
Bugün, 8 Ağustos, Kıbrıs'ta Türklerin soykırımdan kurtarıldıkları tarihin 50. yıldönümü. 8 Ağustos 1964 aynı zamanda Cumhuriyet dönemi ilk hava şehidi Pilot Cengiz Topel'in uçağının düşürüldüğü gün. Olayları İsveçli BM Kıbrıs Barış Gücü Subayı Willy Lindh'ten dinleyeceğiz...
KIBRIS'TA RUMLARIN 50 YIL ÖNCE BM GÖZETİMİNDE YAPTIKLARI TÜRK SOYKIRIMINI ANLATAN YAZAR WILLY LINDH: "Bugün olsa yine Kıbrıs Türklerine yardım ederdim. Çünkü BM koruması altında soykırıma uğruyorlardı".
24 Eylül 1964. Saat 06.30... Erenköy'de Kıbrıslı Türklerin BM askeri kamyonuna yüklediği silah ve cephaneyi Lefke'ye götürmek üzere İsveçli BM Barış Gücü Subayı Teğmen Willy Lindh (1937 - ) "bir arkadaşıyla" yola çıkar. Erenköy dışındaki Rum kontrol noktasını kolayca geçer. Lefke'ye yaklaştıkları sırada hem önleri hem arkaları Rumlarca kesilir. Çok sayıda tepeden tırnağa silahlı Rum asker ve polis etraflarını çevirir. Tuzağa düşmüşlerdir. Ardından görülmemiş sayıda gazeteci çıkar ortaya. Ardından İsveç ve BM subayları gelirler, silahlar kamyondan indirilir ve resimler çekilir. Tüm Dünya artık silah kaçakçısı İsveçli Birleşmiş Milletler subaylarını yazmaktadırlar. İsveç'te zamanın Başbakanı Tage Erlander öfkelidir. Gazeteler öfkelidir. İsveç'te ölüm cezası 1920'de kaldırılmasına karşın savaş hali varsa geçerlidir. Bir gazete ölüm cezası verilmesini isteyecek kadar ileri gider...
Kıbrıs Rumları ile Türklerin arasındaki anlaşmazlıkları çözmek ve adada barışı sağlamak amacıyla 1964 yılında adaya BM Barış Gücü gönderilmişti. İsveç de önce 700 asker gönderdi. Sayı daha sonra 955'e çıkarıldı.
İşte bu askerlerden biri de 27 yaşındaki Teğmen Willy (Lars) Lindh idi.
TÜRKLERE GÜNLÜK ZULÜM
İsveçli Emekli Subay Willy Lindh olaydan tam 50 yıl sonra Folkmord Under FN:s Beskyd (BM Gözetiminde Soykırım) isimli bir kitap yazdı. Lindh kitabında kendisinin silah kaçakçısı olmadığını, bu silahları para alarak değil insancıl nedenlerle ve yardım amacıyla Kıbrıslı Türklere götürdüğünü ve bugün aynı koşullarda yine aynısını yapacağını açıkladı.
1964 Limasol. Kıbrıslı Türkler bir şehitlerinin üstünü bayrakla örtüyor
Diğer bir deyişle Lindh'in davranışının ardında maddi çıkar değil, zayıftan yana olma ideali vardı. Lindh kitabında bunu açıklayabilmek için adadaki gerçek durumu, Makarios, Grivar, Samson gibi aktörlerin ENOSİS çabasını, Türklere uygulanan eziyetleri, soğuk savaşı, kırımları ve Birleşmiş Milletler Örgütü'nün (BM) adadaki gerçek konumunu, güçsüzlüğünü, iktidarsızlığını ya da taraf tutuşunu, Rumlara göz yumuşunu gözler önüne seriyor.
Lindh 1963 yılında Kıbrıslı Türklerin adanın yüzde 35'ine sahip iken birkaç yıl sonra bu oranın yüzde 3'e düştüğünü belirtiyor.
Rum polisi Mansur'da el koyduğu bir eve yerleşiyor.
Adaya gittiğinde gözlemlediği ve Dünya medyasının hiç değinmediği olayları ve Rumların Türklere nasıl davrandığını alışık olmadığımız ilginç ve inanılmaz bir biçimde anlatıyor.
İşte tanık olduğu bir olay:
"Önce kamyondaki üç adam polis tarafından indirilerek üstleri arandı. Kâğıtları, belgeleri incelendi. Sonra kamyonun kasasına çıkmaları emredildi. Tüm yükün yola indirilmesi emredildi.
"On küfe domates, incir ve soğan içlerinde yasak eşya, yani silah ve ilaç olup olmadığının kontrol edilmesi için döküldü.
"Sonra sıra yüzlerce kavuna geldi. Pekçoğu iyi kontrol edilmek üzere ortalarından kesildi.
"Tüm kasa boşaldıktan sonra, yeniden yükenmeden önce tüm kamyon dikkatli bir kontrolden daha geçirildi.
"Saatler sonra sağlam kalan az miktarda meyve ve sebze yeniden yüklendi ve yola devam izni verildi.
"Geride kocaman bir ezilmiş ve çiğnenmiş domates ve parçalanmış kavun yığını kaldı.
"Saate bakıyorum aradan neredeyse beş saat geçmiş.
"On dakikalık yolculuk sonrası Lefke'ye pazara vardığımızda gün geçmiş, alıcıların çoğu gitmişti.
"Kıbrıslı Rumlar bir kez daha BM'in gözleri önünde Kıbrıslı Türklere karşı soğuk savaşlarının bir örneğini yaşatmışlardı. Hem yaşamları için önemli mallarını tahrip etmişler hem de alıcı bulmalarını engellemişlerdi".
PİŞMAN DEĞİLİM
Lindh, kitabının bir bölümüne "BM rüşvetçi mi dişsiz mi?" başlığını uygun bulmuş. Şöyle diyor:
"BM yönetiminin bir azınlığı koruyamaması bize vicdani olarak sorumluluk ve silah "kaçırarak" onlara yardım hakkı verdi.
"Kaçakçı" bize tam uyan bir sözcük değil. Kaçırmak, tanıma göre, gümrük makamlarından izinsiz olarak bir ülke sınırlarından içeri mal sokmaktır.
"Bizim yaptığımız ise, izinsiz de olsa, bir ülke içinde bir yerden bir yere eşya taşımaktır.
"Bunun bize BM ya da ülkenin "yasal" makamlarınca yaptırılmadığını kabul ediyoruz. Ancak bu eylemimizin insancıl nedenlerle savunulabileceğini düşünüyoruz.
"Yunanların desteğiyle Kıbrıslı Rumlar tarafından tüm bir halkın yok edilmekte olduğu düşünüldüğünde, zayıf tarafa yardım etmemek açık bir başarısızlık örneği olacaktı.
"BM Barış Gücü Erenköy'e karşı büyük saldırıyı engelleyememiş ve böylece görevini yapamadığını açıkça sergilemişti.
"'Yukardan' gelen bir emirle kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp Kıbrıs Türklerini kaderlerine terketmişti.
"BM yönetimi neden saldırı bölgesinde büyük güçlerini yoğunlaştırarak Kıbrıs Rumlarının saldırılarını engellememiştir?"
Ve Willy Lindh'in yanıt bekleyen soruları...
Sorulardan sonra kaleminden dökülen şu sözler:
"Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Benim için o koşullarda öyle davranmam en doğal olandı".
General Thimayya ve Albay Waern denetiminde arama
OKUYUCU KARAR VERSİN
Kitap'ta, Kıbrıs'ta Rumların Türklere uyguladığı etnik temizlik, BM Barış Gücü Subayı olarak 1964 yılında adada görev yapmış ve Türklerden yana tavır koyup onlara gizlice silah taşımış olan Lindh tarafından vurucu ve kavratıcı bir biçimde anlatılıyor. Kitap, Kıbrıs sorununa yeni bir açıdan bakmamızı sağlıyor.
Kitabın tanıtımında şunlar yazılı:
"30 gümüş para için kendilerini yabani Türklere ve onların kanlı oyunlarına satan hain askerler" Vicdanının sesini dinleyerek Kıbrıs Rumlarının kuşatması altındaki Türklere silah götüren bir İsveç subayı için bir İsveç gazetesinin yazdıkları bunlar... Basın, hükümet, kamuoyu Türklere silah kaçıran İsveç subayını konuşuyor...
"Mahkeme bizim için, "Onlar, bunu birkaç yoksul Türk için yapacak kadar yufka yürekli olamaz. İsveç Hükümeti, onların, BM askerlerinin tarafsız kalma ilkesini çiğnediğini söylüyor" dedi.
"Willy Liddh yanıtlıyor: "Bunu yalnızca insancıl nedenlerle yaptık. Yabani Türkler dediğiniz Kıbrıs Rumları ve Yunan askeri tarafından katledilmekte olan köylülerdir. BM, tüzüğünde anlatılan şekilde ne bir etkide ne bir tepkide bulunuyordu. Ben bizim yaptığımızı yapmak için yufka yürekli olmanın gerekip gerekmediğini ve BM'in gerçekten olması gerektiği gibi tarafsız olup olmadığını okuyucuya bırakıyorum".
İsveçli subay Willy Lindh 1964'te Kıbrıs'ta Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü'nde (UNFICYP= United Nations Forces in Cyprus) görev yaptı. Görevi sırasında Kıbrıs Türklerine uygulanan baskı ve saldırılara tanık oldu. Ağır silahlarla donatılmış, Yunanistan'dan gelen asker, silah, cephane ve mühimmat ile Türkleri yok etmekte olan güçlere karşı hayatta kalma mücadelesi veren Kıbrıs Türklerine silah götürdü ve yakalandı.
Willy Lindh para için değil vicdanının sesini dinlediği için bu "yabani Türklere" yardım etti. Bu vicdani yardımı sekiz ay hapis cezasıyla ödedi. Aradan 50 yıl geçti. Lindh, hapishanede başından geçen olayları anlattığı notlarını yeniden düzenledi ve bunları genişleterek "Folkmord under FN:s Beskyd (BM korumasında Soykırım)" kitabını yazdı. Kitapta kısaca Kıbrıs ve Kıbrıs tarihi hakkında bilgi verdikten sonra Kıbrıs sorununu ele alıyor.
ENOSIS'i, EOKA'yı, General Grivas'ı anlatıyor. Çok acı olaylardan, Kıbrıs Türklerine uygulanan baskı ve yıldırma hareketlerinden, cinayetlerden, katliamlardan bahsediyor. 1963 yılı Aralık ayında Lefkoşe'nin Türk semtlerinde 200-300 kişinin acımasızca katledilip 700 kadın ve çocuğun rehin alındığını Rene Mc Cole ce Daniel McGeachie'nin ağzından anlatıyor.
4 Mart 1964'te Kıbrıs Rum hükümetine tüm Kıbrıs'ı temsil hakkı tanıyan BM' in 186 numaralı kararını Uluslar arası uzlaşmazlıklar uzmanı Profesör Michael Moran'ın ağzından sert bir dille eleştiriyor. Bu kararın sonuçlarını, yaşanan acılarla adım adım açıklıyor.
BM'İN GÖREVİ NE?
BM Kıbrıs'a gelmeden önce görevinin, "tüm düşmanlıkları engelleyerek halkın yaşam ve mülklerini garanti altına almak" olduğu açıklanmıştı. Ancak Lindh, "Ama Kıbrıslı Rumlar güçlü bir saldırıya geçtiklerinde BM alandan kaçtı ve huzur ancak Türkiye'nin silahlı müdahalesinden sonra sağlandı" diyor.
Kitaptan bazı vurucu tümceler:
"Onların (Rumların AG) tek istediği şey, işlerini bitirirken olası bir Türk müdahalesine karşı korunmaktı".
"Talanı engelleme emri almıştık ama müdahale etme iznimiz yoktu!"
"Var idiyse, BM'in otoritesi, kendi karakollarımız arasında gidip gelmeye bile yetmiyordu!".
"BM'in Sınırsız denetleme yetkisinin hiçbir etkisi yoktu".
"Kıbrıslı Rumlar BM bayrağı dalgalanmasına ve BM askerleri nöbette olmasına rağmen, hem saldırı gruplarını hem de makineli tüfek ve zırhlı araçlarını karakollarımızın önüne yığıyorlardı".
Kıbrıs'taki BM Barış gücü için iki yol vardı, ya şiddet uygulayarak varlıklarını kabul ettirme ya da adayı terketme. Ne yazık ki ne o ne de öteki oldu".
VE EN CAN ALICI SORULAR
"Büyük miktarda silah ve taşıt limanlara geliyor. Başta Larnaka ve Limasol'a. En az 10.000 asker Yunanistan'dan getiriliyor. Yunan NATO birlikleri Kıbrıslı Rumların tarafında iç savaşa sokulacaklar. Kıbrıs Rum kuvvetlerine de Yunan subayları komuta ediyor.
Neden Dünya tepki göstermedi?
Neden NATO ittifakı tepki göstermedi?
Neden BM birşey yapmadı?"
DOSTLUK VE İHANET
FİB Aktuellt Dergisi: İsveçli BM Yüzbaşısı Bertil Jernberg, casus ve silah kaçakçılığıyla suçlanıyor. Öz eşi itiraf ediyor: Kıbrıs'ta casustuk.
Türklere silah götürüldüğünü, Willy Lars Lindh ve "suç ortağı" Helge Hjalmarsson dışında bilen tek kişi: İsveçli Yüzbaşı Bertil Jerberg. Ancak Willy ve Helge ihbar edildiklerinden şüphe ediyorlar ama Bertil'in olabileceği akıllarına gelmiyor. İsveç gazetesi Ekspressen de bir Rum kaynağa dayanarak ihbar edildiklerini yazıyor. Gazetenin muhabirine Rum Polis şefi bunu açıklıyor ve kamyonun yüklenmeye başlamasından beri olayı izlediklerini söylüyor (resim 7). Yıllar sonra 1967'de Bertil'in eşi HAlide Mustafa Hürriyet Gazetesi'ne kendisinin ve eşinin ajan oldukarını açıklıyor. İsveç Dergisi FİB Aktuellt 8 Şubat 1967 tarihli 8. sayısında, "İsveçli BM subayı casus ve silah kaçakçısı olarak gösteriliyor. Kendi eşi itiraf ediyor: Biz Kıbrıs'ta ajandık" ( resim 1 ve "casus çift halide mustafa bertil jernberg") (Şubat 1967 Hürriyet Gazetelerinde belki yazı bulunabilir AG) Willy Lindh kitabında Rum ajanı Türk kadından " Türk Mata Harisi" olarak bahsediyor.
Kitap, zaman zaman bir dedektif romanı havasındaki entrikalarla sizi sürüklüyor. Örnek mi? Türklere "yardım eden" başka bir İsveçli BM Barış Gücü subayı daha vardır... Ve Türk kadınla evlidir. Willy Lindh iş işten geçtikten çoook sonra Türk kadının Rum casusu, bu İsveçli subayın da para karşılığı iki tarafa da hizmet eden ve kendisini ihbar eden bir casus olduğunu anlar...
Lars (Willy) ve Helge'nin Barbro ve Güneş Karabuda çiftinin evinde, çiftin kızları Deniz Karabuda ile resimlerin koymuştur. Resim altında Deniz'in İsveçlilere Türkçe öğrettiği yazıyor. Küçük Deniz "fisk Türkçe balık demektir" diyor.
Diğer ilginç bir bölümde ise, kendisine karşı linç kampanyasına girişen gazetecilerin içindeki tanıdık isimleri görüyoruz: Yıllarca İsveç'te yaşayan Fotoğrafçı, Film Yapımcısı, Gazeteci, Yazar Güneş Karabuda ile İsveçli Gazeteci, Yazar eşi Barbro Karabuda...
Willy Lindh, Barbro Karabuda'nın kendisiyle konu hakkında söyleşi yaptığını ve sözlerini çarpıttığını düşkırıklığı içinde anlatıyor. Oysa Barbro Karabuda'nın bir kitabının adı "İkinci Vatanım Türkiye"... Neden Kıbrıs Türklerine yardım eden birine karşı girişilen linç kampanyasına katıldığını anlamak zor.
Lindh'e göre İsveç basının durumunu anlamak mümkün:
"Çoğu gazeteler özellikle İsveç gazeteleri Yunan yanlısıdır ve bunun uzantısı olarak da Türk karşıtıdır.
"Bunun temelinde antik dönemlerdeki tarihi olaylara karşı eleştirisiz ve naif bir tutum bulunuyor. Bir de kuşkusuz acımasız ırk ve din önyargılarını unutmamalıyız"
1964 YAZINDA NE OLMUŞTU
Kitap, 8 Ağustos 1964'e dek Rumların Kıbrıs'taki Türklere uyguladığı etnik temizliği ayrıntılı bir şekilde okuyucuya sunuyor. Kıbrıs'ta görev yapmış ve Kıbrıs Türklerine silah kaçırmış bir İsveçli'nin bakışıyla Kıbrıs sorununu yansıtıyor.
1964 yazı Kıbrıs Türkleri açısından ölümden dönüş dönemidir.
Erenköy, Kıbrıs Türklerinin Türkiye ile ilişkisi olan tek bölgesiydi. Tamamen izole edilmişti. BM eşliğinde ulaşım sağlanıyordu. Tüm ticaret, tarlaların ekilip biçilmesi, hastaların getirilip götürülmesi BM birliklerinin yardımıyla yapılıyordu. Tüm yollar, limanlar, hava alanları, elektrik ve su tesisleri, her şey Rumların elindeydi. Yaz başlarında Türk balıkçı tekneleri ve diğer tekneler Kıbrıs Türklerinin kendilerini savunması için silah getirmişlerdi. Bunu kuşkusuz, Makarios hükümeti kabul edemezdi.
General Grivas komutasında 25.000 kişilik tam teçhizatlı ağır silahlı kuvvet vardı. Yunanistan'dan gelenlerle daha da güçlendirilmişti.
Temmuz Ağustos arası Erenköy bölgesi kuşatıldı. Karşılarında 500-600 kişilik 15-75 yaş arası gönüllülerden oluşan kötü silahlanmış bir Türk gücü vardı. Ellerinde av tüfekleri, eski mavzerler, birkaç makineli tüfek, birkaç bazoka bulunuyordu.
Ağustos ayının ilk haftası Rum ve Yunan güçleri saldırdı ve beş köyden dördünü aldı. 8 Ağustosta Erenköy'e öldürücü darbeyi vurmak üzere harekete geçtiler. Son günlerde birçok kez ihtarda bulunan Türkiye, ihtarları ciddiye almayan Rum ve Yunan kuvvetlerine karşı son anda hava harekatına girişmek zorunda kaldı. Rum ve Yunanlar ağır kayıplar vererek çekildiler.
Kıbrıs Türkleri tarih sahnesinden silinmekten kurtulduktan bu yana her 8 Ağustos'ta Erenköy'de bir araya gelerek şehit ve gazilerini anarlar, onlara teşekkürlerini sunarlar ve kurtuluş günlerini kutlarlar
1974 BARIŞ HAREKATI
Ancak sorun bitmez. Kıbrıs Türkü daha nice acılar yaşar. Türkiye, sorunu kökten çözen hamle için yine on yıl daha bekler. Ve sonunda 20 Temmuz 1974'te Kod adı "Atilla Harekatı" olan, Kıbrıs Harekatını başlatır. 14 Ağustos'ta Türk Birlikleri'nin başkent Lefkoşa'ya girmesiyle noktalar.
1974 Kıbrıs Barış harekatıyla kurtulan yavru vatan bugün masa başında verilme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
WİLLY LİNDH ANLATIYOR
Kıbrıs Rumları karşısında en umarsız anlarında Kıbrıs Türküne el uzatan dost İsveçli Willy Lindh ile söyleştik.
- Bu kitabı neden yazdınız, diğer dillere çevrilecek mi?
Kitabı İsveçlilerin benim bu Kıbrıs konusunda neden taraf tuttuğum hakkında bir fikir almaları için yazdım. Bazı tehlikeleri içerse, tarafsızlıktan ayrılmak anlamına gelse de zayıf olan tarafa yardım etmek istedim. Aslında bu kitanın temelini elli yıl önce sekiz ay hapiste kaldığım zaman yazdım. Elli yıl sonra konu yeniden güncelleşince yayınlamak için düzeltmeler ve eklemeler yaptım. En kısa zamanda İngilizceye ve Türkçeye çevrilmesini istiyorum. Burada, KKTC'de hem yabancılar hem de Türkler arasında kitaba büyük ilgi var.
- Kitabınızın adı neden "BM Koruması Altında Soykırım"? Gerçekten Kıbrıs Rumları BM koruması altında soykırım mı yaptılar?
Soykırım, tanıma göre; bir halk grubunun örgütlü, sistemli bir şekilde yok edilmesidir. Kıbrıs'ta olan da, "Yasal" Kıbrıs Rum hükümetinin sistemli olarak Kıbrıs Türklerini, hükümet güçlerine karşı ayaklandılar bahanesiyle yok etmesi olayıdır. "1963 Noel katliamına Kıbrıs Türklerinin kendileri neden oldu" demek hiçbir mantığa sığmaz. İngilizce Kıbrıs Rum gazetesi Cyprus Mail'de Loucas Charalambos, yazdığı yazılarda Kıbrıs Türklerinin isyan ettiği iddiasını yalanladı ve Türklerden yüz kadar insanın öldürülmesi olayını kendilerinin örgütlediği savını açık ve net bir yalan olduğunu belirtti. Tüm suçun Makarios, Ulusal Muhafızlar, Nikos Samson ve onun iyi örgütlenmiş eşkiya birliklerinin olduğunu yazdı. Bunun karşısındaki tüm iddialar ona göre tam bir yalandı.
En dikkat çeken nokta BM'in, Büyük Britanya, Yunanistan ve Türkiye tarafından kabul edilen 1959/60 anayasının tam tersine, Kıbrıs Rum hükümetini adanın yasal hükümeti olarak kabul eden bir karar almasıydı. Böylece Kıbrıslı Türklerin, eşit taraf olarak adadaki tüm hakları ellerinden alındı ve hiçbir garantisi olmayan bir azınlık yapıldı. Türkiye Makarios'un iktidarı ele almasına karşı çıktı. Makarios, Türkiye'nin hâlâ geçerli olan anayasa uyarınca garantör devlet hakkını kullanıp müdahale etme olasılığına karşı, Kıbrıs'a 1960 Mart ayında BM'in barış gücü getirmesini kabul etti. Makarios adada BM güçleri olursa Türkiye'nin Kıbrıslı Türkleri korumak için askeri müdahalede bulunamayacağını düşünüyordu. Böylece rahatlıkla Türklerin hakkından gelecekti. U Thant (BM Genel Sekreteri) ile olan ama pek bilinmeyen kişisel ilişkileri 186 numaralı kararın çıkmasında mutlaka rol oynadı. Birbirlerini Bağlantısızlar Hareketi (NAM) yönetiminde bulundukları zamandan tanıyorlardı.
- BM ne yapmalıydı?
BM kuşkusuz bütünüyle Kıbrıs Rum tarafını temsil eden bir hükümeti yasal hükümet olarak kabul etmemeliydi. Doğru tavır alarak, Anayasaya uygun olan, iki eşit halk grubunun hükümetini kabul etmeliydi.
- Kitabınıza nasıl tepkiler geldi?
Değişik tepkiler geldi. İsveç Televizyonu "Yıl 1964 idi" programında benimle bir röportaj yaptı. Tepkilerin çoğu olumluydu. Bazı webb sayfalarında bazı olumsuz yazılar çıktı. Bazıları, kalleş, hain, rüşvetçi dediler. Olumlu yanı kitaba olan ilginin artmasıydı. Hatta bazı kişiler Kıbrıs'a gelerek olayların geçtiği yerleri gezdiler.
Türkiye Kıbrıs Türklerine uygulanacak büyük bir katliamı önlemek için 1964 Ağustos ayında son dakikada Dillirga bölgesine savaş uçaklarını gönderdi. BM Barış gücü çatışmaları durdurduğunu iddia etmesine karşın aslında tüm birliklerini oradan çekmişti. Çatışma bölgesine yoğunlaşmaya çalışmamıştı. Kendi kuyruğunu kurtarmak için ödlekçe oradan çekilmişti. Bu durumda Türkiye için müdahaleden başka hiçbir çözüm yolu kalmamıştı. Bu durumda tam bir başarısızlığa uğrayan BM Barış Gücü'nün sonuçlara katlanıp adayı terketmesi gerekirdi. Ama hiçbirşey olmamış gibi davrandılar. Aynı nedenle Rum tarafının Yunanistan'dan askeri birlik ve mühimmat getirmesini engellemek için hiçbir girişimde bulunmadılar. Bence bunun bir nedeni de, NATO ya da BM içinde Kıbrıs meselesinin Yunanlarca halledilmesi görüşünün güç kazanmasıydı. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, nüfus çoğunluğu Türk olanlar da dahil, tüm adalar Yunanistan'a geçmişti. Yunanistan'ın Kıbrıs'ı da almasının en iyi seçenek olduğu görüşü vardı. Pekçok kişi anayasanın Rum çoğunluğa dayatıldığı ve haksızlık olduğu görüşündeydi. Bu Yunan propagandası kuşkusuz ABD ve AB liderleri arasında yaygındı. Yunan lobisi her yerde Türklerden az olmasına karşın, daha güçlü ve sesi daha gürdü. İsveç'te de öyle değil mi?
- Uçağı düşürülen Pilot Cengiz Topel'in yakalanıp işkence edildiğini yazmışsınız, Savaş esirlerine nasıl davranılıyordu?
Cengiz Topel canlı yakalanmıştı. Ancak Kıbrıs Rumları tarafından ele geçirildi. Bulunduğunda ağır işkence görmüş olduğu görüldü. Bedeni ağır eziyet görmüştü. Gözlerine inşaat demiri çakıldığını duydum. Daha başka ayrıntılara girmeye gerek yok. Ben kendim ağır eziyetler görmedim ama askerlerim yol kontrollerinde Türklerin çok eziyet gördüklerine dair raporlar veriyorlardı.
- BM Barış Gücü barışı sağlamak için neler yaptı?
Bazı küçük çatışmaları durdurduğunu söyleyebiliriz. Ben kendi birliğimle ateşkes için sayısız kez köylere gittim. Ancak büyük çapta saldırılar olduğunda güçlü bir şekilde müdahale edemiyordu. En büyük sorun buydu. O zaman tüm adada 8.000 askerimiz vardı. Bugün 700 kadarlar. Güçlü bir yönetimle gerçekten barış sağlayabilirdik. Ama BM oraya Makarios'un isteğiyle gelmişti ve Rumlara ciddi bir şekilde karşı durmaya cesaret edemiyordu. 1974'ten sonra barış gücü, İsveç birlikleri, esas olarak güneş altında paralı tatil yapıyorlar. Acaba kaç gönüllü Kamçatka'da, Kuzey Grönland'da ya da Alaska'da görev yapmak için BM Barış gücüne gelir. Çok olacağını sanmam.
- Kıbrıslı Türk ve Rumların Birleşmiş Milletler Örgütüne ve askerlerine karşı tutumları nasıldı?
Rumlar Örgüt olarak Birleşmiş Milletler'e (BM) çok olumlu bakıyorlardı. Çünkü orada BM'in bulunması sayesinde Makarios Türklere istediği gibi davranabiliyordu. Adada BM olduğu sürece Türklere ne yapılırsa yapılsın Türkiye müdahale edemiyordu. BM Genel Sekreteri U Thant, Makarios'un şahsi arkadaşıydı ve onu destekliyordu. Rumlar Türklere çok aşırı şiddet uygulayıp medyada fazla yer almadığı sürece ses çıkarmıyordu. Türkler ise BM direktifleri konusunda güvensizdi ama özellikle bizim onlara silah taşıdığımız ortaya çıktıktan sonra yerel askeri birliklere karşı oldukça olumluydular.
- Neden Türklere yardım ettiniz?
Rumların Türklere nasıl davrandıklarını gördükten sonra Kıbrıslı Türklere yardım etmemiz doğaldı. Erenköy bölgesine yapılan yoğun saldırıdan sonra gerçekten durum ciddileştiğinde BM'in Türklere yardım edemediğini açık seçik gördük. Küçük olaylara, köyler arasında birbirlerine ateş etmeye müdahale edilebiliyordu ama Rumlar düzenli birlikler ve ağır silahlarla saldırdığında elden birşey gelmiyordu.
Ben bugün olsa yine aynı şeyi yapardım. Umarım pekçok insan da öyle yapar. Elimizden geldiğinde zayıfa yardım etmeliyiz.
Eski BM askerlerinden bazıları tarafsız olmadığım için beni şiddetle eleştirdiler. Ama o zaman BM'in tarafsız olması gerekirdi. Kesinlikle tarafsız olmadı.
- Şimdi Kıbrıs'ta yaşıyorsunuz. Bu durum İsveç, İsveç Medyası ve İsveç hükümetine karşı düş kırıklığı içinde olmaktan mı kaynaklanıyor yoksa başka nedenleri var mı?
2000 yılından bu yana küçük kızım ve eşimle KKTC'de yaşıyoruz. Pekçok nedeni var. İsveç makamları, medya ve bazı kişiler tarafından bana nasıl davranıldığı herkesçe biliniyor. Öte yandan akrabalarım, silah arkadaşlarım istisnasız bana anlayış gösterdiler ve davranışımı takdirle karşıladılar. Zamanla olay unutuldu hatta askeri makamlar da benim geçmişimi unuttu. Bölgesel savunma konusunda yüzbaşı rütbesiyle tabur komutanı olarak yeni bir askeri kariyerde yaptım. "Eski günahlarıma" bakmadılar. Belki belgeler kayboldu, bilmiyorum.
Kıbrıs'a yerleşmeyi hep istiyordum. Erenköy ve Türkiye'de yaşadığım sürelerde pekçok öğrenci tanımış, onlar tarafından Kıbrıs'a davet edilmiştim. Sonunda buraya yerleşmem bir rüyanın gerçekleşmesi oldu.
Rahat iklim, dost ve yardımcı insanlar, düşük suç işleme oranı gibi olumlu nedenleri de saymalıyım. KKTC gibi küçük bir ülkede dost edinmek de kolay. O zamanki Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş da dostumdu. Kısa bir sürede bize yurttaşlık verdi. Ben şimdi 76 yaşındayım. Ayda birkaç hafta İsveç, İngiltere ve Almanya'dan gelen turistlere rehberlik yapıyorum. Hem İsveç emekli maaşıma katkı sağlıyor hem de ilginç bir işle uğraşmış oluyorum. Eşimin kedi köpek pansiyonu var. Ona yardım ediyorum. Fiatlar Türkiye'den yüksek olsa da soyulmadan dışarda sık sık yemeğe çıkmak da mümkün. İsveç'te bunu yapmak kesinlikle olanaksız.
İsveçli subayların yaptığı Türkiye'de büyük sempatiyle karşılanmıştır. Hürriyet Gazetesi Muhabiri Ümit Deniz İsveç'ten İsveçli subayların mahkemelerini yazmaktadır. İsveçlilere Türkiye'den mektuplar yağmaktadır. Birçok dernek, gençlik örgütü subayları Türkiye'ye davet etmektedir. Hürriyet bu iki İsveçli subayı masraflarını kendileri karşılamak üzere Türkiye'ye davet eder (resim willy lindh_hürriyet muhabiri ümit deniz- helge hjalmarson). Willy Lindh ve Helge Hjalmarsson 9 Kasım 1964 tarihinde Hürriyet'te bir teşekkür mektubu yayınlarlarlar.
Mektup şöyle: "Türk Ulusuna, Kıbrıs ve İsveç hapishanesinde bulunduğumuz süre içinde gösterdiğniz iyi niyete ve armağanlara teşekkür ederiz. Ülkemize karşı her zaman dostluk göstermiş olan güzel ülkenize ziyaret için yaptığınız dostça davetiniz içinde ayrıca teşekkür ederiz. Tüm kalbimizle umut ediyoruz ki, insanlık kazanacak ve Kıbrıs sorunu barış içinde çözülecektir ve Kıbrıs Türkleri özgür bir ülkede insanca bir yaşama kavuşacaklardır. İsveç BM Kıbrıs Barış Gücü Eski Teğmenleri Helge Hjalmarsson ve Lars Lindh"
Olayı İsveç'te yaşayan Türk Gazeteci fotoğrafçı Güneş Karabuda ve eşi İsveçli gazeteci filmci Barbro Karabuda duyarlar. Barbro Willy ve Helge ile tanışır söyleşir evine davet eder." Türkiye'den geri gelecek misiniz" sorusunu sorar.Willy'nin kitabına göre yanıt şu şekildedir: Elbette döneceğiz. Önümüzdeki on yada yirmibeş yıl ülke kaçkını olmak istemeyiz". Oysa Barbro'nun yazıyı yayınladığı Gazete iki subayın Türkiye'ye gideceği günü bekler, Danimarka'da Kastrup'ta İki subay ve Hürriyet Muhabiri Ümit Deniz'in resimlerini çeker... Ancak subaylar burada durduruurlar ve yakalanıp Stockholm'e geri gönderilirler. 20 Kasım tarihli Expressen Gazetesinin birinci sayfasında Helge Hjalmarsson, Ümit Deniz ve Lars Willy Lindh'in ellerinde kadehlerle neşeli bir resim ve üstünde kocaman puntolarla "Firar Engellendi" başlığı vardır.
Expressen içerde de iki sayfa bu olayı duyurur ve Barbro'nun yazısını "BM kaçakçıları Büyük Bir Gizlilik İçinde Türkiye'ye Kaçıyorlar" başlığıyla verir. Altındaki özette, "Kıbrıs'ta silah kaçakçılığı yapan Lars Linde ve Helge Hjalmarsson olabildiğince gizli bir şekilde İsveç'i terkettiler. Bu yazı okunurken son anda bir şey olmazsa İsveç polisinden uzaklaşmış olacaklar" uyarısı yer alıyor. Söyleşi'deki "Geri gelecek misiniz?" sorusunun yanıtı ise, "Evet, öyle yaparız işte..." şeklinde. Gazete Lars Willy ve Helge'nin Barbro ve Güneş Karabuda çiftinin evinde, çiftin kızları Deniz Karabuda ile resimlerin koymuştur. Resim altında Deniz'in İsveçlilere Türkçe öğrettiği yazıyor. Küçük Deniz "fisk Türkçe balık demektir" diyor.
Helge ve Lars kaçma tehlikesine karşı yakalanıp gözaltına alınırlar, Bir İsveç gazetesi Hürriyet'te çıkan mektubu haber yapar (resim hürriyetten alıntı yapan gazete). İsveçlilerin Türkiye'ye gideceklerini hiç de gizlemediklerini yazar. Yüksek mahkeme kendilerine 8 ay hapis cezası verir ve serbest bırakır.
- Düş kırıklığı içinde olduğunuz gazeteciler arasında Barbro Karabuda da var. Türk Gazeteci Güneş Karabuda'nın eşi. Onlar da yılın uzun bir bölümünü artık Türkiye'de geçiriyorlar. Olayların üstünden geçen bu elli yıl içinde görüşüp aranızdaki meseleyi çözdünüz mü?
İsveç'teki gazetecilerin o sıralar hakkımda söyledikleri iyi birşey yoktu. Ne yazık ki, bugün de yok. Onlar belli tek bir görüşün sahibi. Herşey ya siyah ya beyaz. Bir istisna var o da İsveç Televizyonu'nda "Yıl 1964 idi" isimli programda Kıbrıs olayları ile ilgili röportaj yapan bir gazeteci. Program gerçekten iyi olmuştu ve olumlu tepkiler aldım. Facebook'ta BM'deki düşmanlarımdan epeyce tehditler de aldım. Ama bunların hiçbirinin olaylar sırasında Kıbrıs'ta bulunmuş kişiler olduklarını sanmıyorum. Çok bulanık bilgilere sahip kişiler.
Gazete okuyan Barbro Karabuda, ön taraftaki kişi subayların Avukatı Ragnar Gottfarb Yüksek mahkeme kararını beklerlerken
Barbro ve Güneş ile benimle söyleşi yaptıklarından bu yana görüşmedim. Expressen'deki röportajda olayların neden bizim aleyhimize bu denli saptırılmış olduğunu hâlâ bilmiyorum. Onun mu yoksa gazetenin mi yanıtlarımızı yeniden şekillendirdiğini bilmiyorum ve açıklık kazandırmak için çalışmadım. Eğer Barbro gazete tarafından yanlış yorumlanmışsa benimle ilişkiye geçip durumu anlatabilirdi. Ama bunu yapmadı. Bu nedenle onun yanıtlarımızı bilinçli olarak değiştirdiğini düşünüyorum. Karşılaştığımız diğer tüm Türkiye ve Kıbrıs Türkleri bize karşı olumluydular ve bize destek verdiler.
- Ben Kıbrıs'ın AB üyesi yapılmasını skandal olarak gören İsveçli diplomatlarla da konuştum. Ama yine de hep Kıbrıs Rumlarından yana tavır koyuyorlar. İsveç zihniyetini iyi bilen biri olarak bunu anlatabilir misiniz?
Kıbrıs Rum tarafının "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak AB üyesi olması kesinlikle bir skandal. Annan planına hayır demelerine rağman ödül olarak alındılar. Ama Türk tarafı söz verilmesine rağmen ekonomik destek almadı, ambargo kaldırılmadı vb. Bunun İsveç'te yüksek düzeyde neden ele alınmadığı tipik İsveç zihniyetidir. İnsanların beynine "Rumlar, Yunanlar her şeye karşın Avrupalıdırlar. Türkler Asyalıdırlar" tartışılmaz bir şekilde işlenmiştir. Tatsızlık çıkarmak istemezler. Bazen burada bazı dernek ve kuruluşlarda Türkler ve Yunanlar arasındaki anlaşmazlıklar konusunda konferanslar veriyorum.Avrupalıların hâlâ Türkleri Doğu'dan gelip Bizans/Doğu Roma'yı yıkan yabancı bir halk olarak gördüklerini söylüyorum. Yunan ve Kıbrıs Rum bloglarına, gazetelerine baktığınızda "1453'te kaybedilen Konstantinopel'i kurtarmak"tan bahsettiklerini görürsünüz. Ya da İskender'in büyük ülkesini yeniden kurmak istediklerini görürüsünüz. Ayrıca İskender Yunan değil Makedon idi. İsveç'te düşünen insanların gözünün önünde de hep -memnuniyetle Türkiye'ye tatile gitmelerine rağmen- bu resim var.
Kıbrıs'ın bölünmüş oluğunu bilmelerine karşın Kıbrıs Rumlarının çizgisini destekliyorlar. "İşgalci gücün" kendilerini tevkif edecekleri korkusuyla Türk tarafına geçmeye bile korkarlar. Kanunsuzluk, polis şiddeti, aşırı yoksulluk vs gibi saçma sapan pekçok masal anlatılır. Unutulan ya da bilinmeyen şey, Güney'de suç işleme oranının çok daha yüksek olduğu ve offshore şirketler (vergiden uzak şirket) kanalıyla kara para aklama cenneti durumunda olduğudur. FBI raporlarına göre, önceki Cumhurbaşkanı Papadopoulos'un kendi avukatlık firması kanalıyla Sırbistan'dan Milosevic'in milyarlarca dolarını Dünya'nın değişik ülkelerindeki banka hesaplarına aktarmış olmasına da aldırış etmezler. Bu paraların bir kısmı başkalarının şahsi banka hesaplarından bir kısmı devlet hazinesinden çalınmıştı. Bu paralar daha sonra savaşta NATO'ya karşı kullanılmış.
İki halkı neyin ayırdığını ve "Kıbrıs sorununun" nedenlerini bilmeden sık sık iki ülkenin "yeniden birleşmesinden" söz ederler. Bilgileri olmadan, neden el sıkışıp dost olmadıklarını sorarlar. 50'li yılların ikinci yarısından sonra ve 63 - 74 yılları arasında Rumlar rahat yaşarlarken, kuşatma altında bazı bölgelerde yaşam savaşı veren Kıbrıs Türklerinin yaşadığı baskı ve terör bugün de anılarda yaşanıyor. Rumlar örneğin Maraş'ta milyonlarca turist kabul ederken Türkler kent duvarlarının dışına çıkar çıkmaz kurşunlanıyorlardı. Artık aslında tek ortak yan tesadüfen aynı adada yaşıyor olmalarıdır. Dinlerinin, dillerinin ve kültürlerinin ayrı olduğunu da düşündüğünüzde zorla birleştirmeye çalışmanın olanaksızlığı ortaya çıkar.
Gerçekler bilinmeden iki halkın birlikte yaşamasından bahsediliyor. Yugoslavya, Haiti, Çekoslovakya, Sudan vb gibi Kıbrıs iki ülkeden oluşmasın. Belki ileride sınırları açabilirsek ve yavaş yavaş birlikte yaşamaya alışabilirsek olabilir, ama ki halkı zorla birlikte yaşamaya itmek yeni bir savaş başlatabilir.
İsveç ve Avrupa anlayışı biraz da halkın sayısal bakıştan kaynaklanıyor. Adaların çoğu Yunan egemenliğinde, neden Kıbrıs da öyle olmasın? İster bağımsız ülke ister Yunanistan'ın parçası olsun. Rodos, Girit ve pekçok diğer adada Türkler de yaşıyorlardı bazen çoğunluk idiler ve Yunanistan'a geçtiler. Türkler kendileri gitmezlerse onları göndermek kolay. Kıbrıs'ta Rumlar, demokrasinin geçerli olmasını, "bir kişi bir oy" kuralını savunuyorlar. Türklerin her oylamada kaybetmelerini kabul etmelerini doğal buluyorlar ve buna demokrasi diyorlar. Öyle ya "demokrasi" Yunanca bir sözcük...
- Kitabın daha başında İsveç gazetecilerinin yanlılığından bahsediyorsunuz. Açar mısınız?
İsveç gazetecileri genelde Kıbrıs sorunu konusunda bilgi sahibi değiller. Bilgi sahibi olmak gibi bir dertleri de yok. Dünya'da daha büyük sorunlar var ya... Büyük çoğunluğu Yunan propogandasına paralel bir anlayışa sahip: KKTC yasadışı bir devlet. Sözde bir cumhurbaşkanına, polise ve hatta cezalara sahip. Barış içindeki bir Kıbrıs'a 1974 yılında Türkiye sebepsiz saldırdı, üçte birini işgal etti... Gerçekte ise Temmuz ve Ağustos aylarında Sandallar, Muratağa vb yerlerde insanların öldürülmesi ya inkar edildi ya da sessizce geçiştirildi. Çünkü İsveçliler ya gerçeğe ulaşamazlar ya da gerçeğe boşverirler. Böylece salt Yunan tarafının anlattıklarıyla doydular. Çünkü her yıl yüzbinlerce turist Kıbrıs Rum kesimine uçuyor, sadece birkaç yüz kişi KKTC'ye gelir. Bu durumda kimin daha fazla propoganda enformasyon olanağına sahip olduğu bellidir.
- Bugün Kıbrıs'tan Türk askerleri çekilmeli midir?
Bence günümüzde güç dengelerini sağlamadan Türk askerlerinin adadan çekilmesi mümkün değildir. KKTC ordusu temel eğitim için her yıl askere 5000 kişi kişiyi çağırıyor. Kıbrıs Rum Ulusal Muhafız Alayı'nda 15000 asker var. Kendi verilerine göre, 24 saat içinde 100.000 yedek askeri tam techizatlı olarak silah altında toplayabilirler. Eğer Türkiye 25-30.000 askerini geri çekerse Rum kesimi üstünlüğünü kesin belirleyici bir şekilde sağlar.
- Birleşik bir Kıbrıs'ın AB üyesi olması durumunda güvenliği AB'nin sağlayabileceği görüşüne ne diyorsunuz?
Bunlar spekülasyon. Kıbrıs sorununun çözümü konusunda yapılan önceki müzakerelerde AB'nin adada güvenliği garanti edebileceği konuşulmuştu. Ama bu Kıbrıs Türkleri açısından anlamsız bir garantidir. Bu biraz Maraş hakkında gelen Yunan teklifine benziyor. Öneriye göre, AB Gazimağusa kenti limanını uluslararası ticarete açacak buna karşılık Maraş Yunanlara verilecekti. Rum tarafının AB üyesi olduğu düşünüldüğünde hem Maraş hem de Gazimağusa onların olacaktı. Ne güzel öneri...
- Bugün adada taraflar arasındaki görüşmeler hakkında neler söylemek istersiniz?
Bunları izliyoruz. Cyprus Mail'de okuduğuma göre Rumlar 1948'den bugüne dek 15 kez çözüm planlarına HAYIR demişler. Tüm önerileri reddetmişler. İlk planlar daha İngilizler buradayken çizilmiş. Bu kez iki halk grubunun uzlaşması için bir çeşit ödün verilecekse bundan tabii ki, en çok Türkler zararlı çıkacaktır. 2003 Annan Planı'na göre, Türk tarafı toprakların yüzde yirmibeşini Rumlara bırakacaklardı. Bu Rumlara yetmedi. Bu kez daha fazlasını istiyorlar.
Bu kabul edilirse, kendi yönetiminden vazgeçerse, AB'ye girmek için sadece Rum tarafının hükümetini kabul ederse ve iflas etmiş Yunan devletinin borcunu omuzlarsa, KKTC biter. Buraya yerleşmiş tüm yabancılar ister istemez buradan ayrılmak zorunda kalır. Türkiye'nin planlarını bilmiyoruz. Ama Türkiye'nin Kıbrıs açıklarındaki gazı KKTC'den önemli gördüğü söyleniyor. Ama size birşey söyleyeyim, Bu görüşmeler bir yere varmayacak. Yaşarsak göreceğiz...
- AİHM'in, Türkiye'yi 1974'te yaptığı Kıbrıs Harekatı nedeniyle Rum tarafına 90 milyon Euro tazminat ödemeye mahkum etmesini nasıl karşıladınız?
Tabii ki, gerçeklerle bağdaşmıyor. Türkiye'nin 1974 Barış Harekatı, 1960 yılında ilk olarak Kıbrıs'ta, İngiltere, Yunanistan ve Türkiye'nin garantörlüğünde, cumhuriyet kurulduğunda geçerli olan anayasaya uygun olarak yapılan tamamen yasal bir harekattı. Bu anayasada bu üç ülkeye siyasi ve/ya da askeri olarak baskıya ya da yok olmaya/ "etnik temizliğe" karşı koruma hakkı ve sorumluğu veriyordu.
Rumlar daha 1963 sonbaharında tek yönlü olarak bu asıl anayasayı feshetmişlerdi. Bunun Türkler için sonuçlarını biliyoruz. Ancak Anlaşmayı imzalayan ülkelere müdahale hakkı veren madde hâlâ geçerliydi. Kıbrıs Türklerini koruma altında tutmanın tek yolu Türkiye'nin adada uygun bir askeri güç bulundurmasıydı. O nedenle Türkiye'nin tek yanlı olarak Kıbrıs Türklerini kaderlerine terk etmesi için hiçbir neden yoktur. Kimse buna Türkiye'yi zorlayamaz. Türkleri böyle bir kadere zorlamak, Kıbrıs'ta yeni bir savaş anlamına gelir. Tüm başarısız "barış görüşmeleri" şu anda başka bir seçenek olmadığını kanıtlamıştır.
KİTAP ÇEVRİLMELİ, OKUNMALI, OKUTULMALI
Kitabı herkese tavsiye ediyorum. Bu kitap bir an önce Türkçeye ve İngilizceye çevrilmelidir. Okunmalıdır. Okutulmalıdır...